17 Kasım 2010 Çarşamba

ESKİDEN ANADOLU'DA YAŞAYAN HALKLARIN DİLLERİ

H a t t i Dili: Hatti dili, Hitat çiviyazılı metinlerde Hattili olarak görünmektedir. Bazı araştırmacılar tarafından Proto-Hititçe olarak adlandırılan Hatti dili, Kızıl Irmak kavsinde ve daha kuzey bölgelerde konuşulan substratum dillerinden bir tanesidir. Hint-Avrupa'lı Hititlerin gelişinden önce burada yaşayan dil, Hatti dili idi. Aslında Hititçe teriminin bu dil için kullanılması daha doğru olurdu. Fakat ülkenin adıyla Hititlerin konuştukları dil, ilk araştırmalarda aynı tutulmuş ve sonradan Hititlerin kendi dillerine başka bir ad verdikleri anlaşıldıktan sonra da bu yanlışlık, karışıklığa neden olmamak için düzeltilmemiştir. Hitit metinlerinde, Hititli katipler tarafından yazılmış Hatti dili ile ilgili bölümler bulunmaktadır ve bunlar daha çok dinle ilgili konuları içermekte, yani ritualler, büyüler, ilahiler, münacatlar ve mitoslardan meydana gelmektedir. Hint-Avrupa'lıların Anadolu'ya gelmesinden önce, Hattilerin Anadolu'da bulundukları zaman dilimlerinin uzunluğunu araştırmak şimdilik imkansız görünüyor, fakat Yeni Hitit Devleti (MÖ c. 1400 - c. 1190) süresince Hattı dilinin ölü bir dil olduğu belirgin bir şekilde kendini göstermektedir.

Hatti dili ile ilgili çalışmalar, 1922'de Alman Asyrolog Emil O. Forrer'in çabalarıyla başladı. 1935'de Hititolog Hans G. Güterbock, Winckler'in 1905 - 12 yılları arasında yapmış olduğu kazılardan elde edilmiş olan Hatti dili ile ilgili belgeleri tamamen yayınladı. Konu üzerindeki önemli çalışmalar, bundan sonrada sürdürüldü.
Hititçe: Hitit dili, 1905 yılından itibaren Alman arkeologları tarafından kazılmış olan Boğazköy -Hattuşa devlet arşivinde korunmuş olan yaklaşık 25.000 tablet ve tablet parçacıklarından bilinmektedir. Hitit dili, çiviyazılı metinlerde Nesili / Nasili veya Nesumnili «Ne-şa kentinin dili» olarak kendini göstermektedir. Hitit dili ile ilgili lik dilbilimsel veriler, MÖ c. 1900 ve 1720 yılları arasında Anadolu'da, özellikle Kayseri yakınlarındaki Kültepe Karumu'nda yasayan Asurlu tüccarların, Asurca'nın Eski Lehçesinde yazılmış ticari belgelerinde rastlanan bazı terimlerde ve özel isimlerde bulunmaktadır.

Hitit çivi yazılı tabletler, Hititlerin başkenti Boğazköy-Hattuşa'dan başka yerlerde nadiren ele geçmektedir. Başka bölgelerden, yani Tarsus, Alalah, Ugarit ve Amarna'dan dağınık örnekler bulunmuştur. Son yıllarda Zile yakınlarındaki Masat Höyük'te ise, yeni bir arşiv ortaya çıkarılmıştır. Bu bulgular, büyük bir Hitit devletinin özelikle MÖ c. 1400 ilâ c. 1190 yılları arasında göstermiş olduğu gelişmeye delil teşkil etmektedirler. Şimdiye değin keşfedilmiş olan Hint-Avrupa dillerinin yazılı en eski örneklerini de ortaya koyan Eski Hititçe, MÖ c. 1700-1500 yılları arasındaki Eski Hitit Devleti döneminden kalan ve «eski duktus» tarzında yazılmış olan tabletlerden bilinmektedir. MÖ c. 1500-1400 yılları arasında kalan «Karanlık Çağ» bazen Hitit dilinin Orta Evresi olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte, Eski ve Orta Hitit dönemi metinlerinin pek çoğu, sonraki devlet döneminden kalan kopyalarda korunmuştur.

Boğazköy-Hattuşa arşivi, Büyükkale'deki değişik yerlerde, Büyük Tapınak Yapısında, «Yamaçtaki Ev»de bulunmuştur. Metinlerin çoğunluğu, kehanetler, ilahiler, dua'lar, söylenceler, ritualler ve bayramlar gibi dini konularla ilgili olmasına rağmen, bu arşivler, tarihi, politik, yönetimle ilgili, edebi ve yasal özellikteki konularla da ilgilidir. Hititli katipler tarafından benimsenmiş olan çiviyazısı sistemi, Alalah yedinci tabakadaki MÖ 17. yy. tabletlerinde çok görülen duktus ve biçim özelliklerine yakın bir şekilde benzeyen Mezopotamya kökenli bir yazı sisteminin bir variyantı olarak görünmektedir. Gene çiviyazısının, MÖ 1650'den hemen sonra, Eski Hitit Devletinin ilk yıllan süresince Suriyeli katiplerin, Suriye ve yakın çevresinden Hitit başkentine gelmeleri sonucu Anadolu'ya geçtiği söylenebilir. Böylece, yazışmalarda önce Akadça'nın, daha sonra da yalnızca Hititçe'nin kullanıldığı sanılmaktadır. Az önce sözünü ettiğimiz metin türlerine, Hititli katiplerin eğitimlerinde kullanmış oldukları malzemeleri, yani kelime listeleri, kehanetleri, ritual prosedürlerini içeren ve ansiklopedik bir yaklaşımı vurgulayan belgeleri de eklemek gerekir. Bunlar, daha çok «bilimsel literatür» kapsamındaki belgelerdir. Gene bu arşivlerde bulunmuş olan Sümer metinleri, «bilimsel literatür» kapsamına dahil edilmektedir. Yabancı devletlerle yapılan antlaşma ve yazışmalar için Akadça, bu dönemin yazışma ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. Hitit arşivlerinde bulunmuş olan «sekiz dil» arasında yer alan Sümerce ve Akadça, daha çok nitelikli katiplerin öğrenim programının bölümleri olarak kullanılmıştır.

Gerçekte, Hititçe'yi ilk keşfeden, Norveçli bilim adamı J. A. Knudtzon idi. Bu araştırmacı, 1902 yılında, Amarna arşivinde bulunmuş olan Arzawa mektuplarının dilinin, yani Hititçe'nin, Hint-Avrupa dilleriyle apaçık bir akrabalığı bulunduğunu öne sürmüştür. Çiviyazısı, Asyrolojik araştırmalarda elde edilen bilgilerin yardımıyla çözülebildiğinden Knudtzon ve ondan sonra Hrozny, bu yeni metinleri okuyabilmişlerdir. Ancak bu yeni metinlerin okunması, yazılı belgelerin gerçek çözümünden ziyade dillerin yorumunda gerçekleşmiştir. 1905'den 1912 yılına kadar Almanların yaptıkları ilk kazılarda yaklaşık bin kadar tablet ortaya çıkarılmıştır. Bu belgeler üzerinde yapılan ilk çalışmalar, bu tabletlerin kapsamlarıyla birlikte Bedrich Hrozny ismini ön plana çıkarmıştır. Onun çığır açıcı keşfi, Hititçe'nin Hin-Avrupa dil ailesi içinde olduğunun saptanmasıdır (1915).

Palaca: Hitit çiviyazılı belgelerde Palaumnili olarak görünen Palaca, kuzeybatı Anadolu'daki Pala (belki de Grek dönemindeki Blaene) bölgesinin dili idi. Eski Hitit Devleti süresince Pala, Luwiya ve Hattuşa, Hitit topraklarının Anadolu'da kalan üç büyük eyaletini oluşturuyordu. MÖ 1500-1400 yılları arasında kalan Karanlık çağda göçebe Kaşkalar, kuzey Anadolu'da etkili olmaya başladılar. Ancak onların bu etkileri, Hitit devletine zarar verici nitelikte idi ve bu nedenle, bu savaşçı ahaliyle uğraşmak gerekiyordu.

Palaca'nın Hint-Avrupa özelliğine sahip olduğunu ilk önce 1922 yılında Emil O. Forrer ileri sürmüştür. Belgelerin çoğu, «eski duktus'ta» yazılmış olan tabletlerin üzerinde bulunmuştur.' Pala dili ile ilgili kelimeler, az ve yetersiz olmalarına rağmen, özellikle isim çekim eklerinde, demonstratif ve relatif formlarda, enklitik zamirlerde ve fiil sonlarında görülen benzerlikler, Palacanın, Hititçe ve Luwice'ye yakın akraba olduğunu doğrulamaktadır.

L u w i c e : Anadolu'nun güney kıyılarında konuşulmuş olan Luwi dili, üç büyük dönemden - yani 1) Hitit İmparatorluk (MÖ c. 1400-1190), 2) Geç Hititler (MÖ c. 1190 - c. 700), 3) Lykçe yazıtlar (MÖ 400-200) - gelen belgelerden bilinmektedirler. Luwi dilinin bu değişik zaman birimlerine ek olarak, yazı sisteminde ve dialektlerinde de bir farklılaşmaya rastlanmaktadır. Bu fark, kendini yazıda, Mezopotamya kökenli çiviyazısı, Anadolu hieroglifleri ve Grekçe'den türemiş olan alfabede göstermektedir. MÖ 15. ve 14. yy'larda iki ayrı dialektin, yani alfabetik Lykçe'nin habercesi sayılan bir Batı Luwi dialektinin ve bir de Geç Hitit Şehir Devletleri döneminde kullanılacak olan Hieroglof Luwice'sinin atası olarak kabul edilen Doğu Luwi dialektinin olduğunu gösteren delillere rastlanmıştır. Bunların her ikisi de, Boğazköy -Hattuşa arşivinde bulunmuş olan ve olasılıkla bir orta dialekt özellikleri taşıyan Luwice'den farklılıklar göstermektedirler.

Palaca'da olduğu gibi, çiviyazılı Luwice üzerinde yapılan öncü çalışmalar, gene, 1922 yılında Emil O. Forrer tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaları izleyen yeni veriler, 1953 yılında yayınlanmış ve hemen sonrasında, yani 1959'da, çiviyazılı Luwice'nin gramatikal ve vokabüler çalışmaları neticesinde ortaya çıkan standart bir sözlük bunu izlemiştir.

Anadolu hieroglif yazı sisteminin uzun bir geçmişi vardır. Hieroglifler, bazılarına göre, logografik işaretler içeren ve MÖ 18-17. yy'lara tarihlenen damga mühürlerle başlamıştır. En geç döneme ait metinler ise, MÖ 8. yy.'a tarihlenmektedir. Bazı araştırmacılar da, bu kadar erken bir başlangıç yerine, MÖ 15. yüzyılı kabul etmek eğilimindedirler. Yazıtların coğrafi yayılış sahası, en batıda Sipylus ve Karabel'den, kuzeyde Boğazköy ve Alacahöyüğe, doğuda Malatya, Samsat ve Teli Ahmar'a (Til Bar-sip), güneyde Hastan ve Hama'ya kadar uzayan genişliktedir. MÖ 15. vel4.yy.lar arasında kalan «Karanlık Çağ'da yazı, basit başlangıcından çıkıp logogramlar, hece değerleri ve yardımcı işaretlerle birlikte tam olarak gelişmiş bir yazı sistemine doğru tapınakta, orduda, diğer yasal organlarda, kaya yazıtları, mühürler ve tahta tabletler üzerinde kullanılmaktaydı. İmparatorluk dönemine ait Halep yazıtları, Luwi dilinin tartışmalı bir sorun olduğunu yansıtırlarsa da, Geç Hitit yazıtlarının Luwi dilinde yazılmış olduğu belli olmaktadır.

Hieroglif Luwicesini çözümlemek için İngiliz Arkeolog Archibald H. Sayce tarafından yapılan ilk teşebbüsler, bazı esaslı ayrıntılarda tesadüfi idi, fakat daha 1930' lara gelmeden, bu konu üzerinde araştırmalar yapan birçok ülkenin ileri gelen bilim adamlarının sistematik ve birbirlerini karşılıklı uyaran yazılarının neticesinde, yazıların cümle yapılarının doğru bir analizi ve bu yazıtlarda yer alan karakterlerin ses değerlerinin önemli bir miktarı saptanmıştır. Hans G. Güterbock'un, 1940-42'de, çift-dilli Hitit kral mühürleri üzerine yaptığı çalışmanın yayımlanmasından sonra, İmparatorluk dönemiyle Geç Hitit Şehir Devletleri dönemi yazıtları arasındaki boşlukların üzerine bir köprü oluşmuştur. Ugarit'te Fransız'ların yapmış olduğu kazılarda ortaya çıkarılmış olan mühürler de, benzer bir amaca hizmet etmektedirler. Bu arada, yakın zamanlarda elde edilmiş ve oldukça önem taşıyan Karatepe yazıtları, Alman arkeologu Helmut Th. Bossert tarafından 1947'de keşfedilmiştir. Bu yazıtlar, Finike ve Luwi dillerinde çiftdilli olarak yazılmışlardır.

Birçok noktada, Luwice kelimeler hâlâ oldukça karmaşık bir yapıdadır. Değişik Luwi dialektleri ve Luvvice'nin öteki Anadolu dillerine olan yakın ilişkileri arasındaki bazı ortak noktalar, isimlerin tekil çekim eklerinden, belli zamir formlarından, fiil sonlarından ve bir miktar lexikal benzerliklerden elde edilebilmektedir.

H u r r i Dili (Hurca): Araştırmaların daha ilk safhalarında Mittani dili ve Subarca terimleri, Hurri dilini tanımlamak amacıyla kullanılıyordu. Hitit çiviyazılı metinlerde, Hurlili olarak geçmektedir. MÖ III. binyılm son yüzyıllarında Hurriler, coğrafi olarak Kuzey Mezopotamya ovasına ait olan Mardin bölgesinde bulunuyorlardı. Akad hanedanlığı zamanına ait Mezopotamya metinlerinde, bazı Hurca özel şahıs isimlerine ve kelimelerine rastlanmıştır. Bu semttik ve Hint-Avrupa'lı olamayan etnik grubun, Doğu Anadolu dağlarını aşarak Ana*dolu'ya gelmiş oldukları genellikle kabul edilen bir görüştür. MÖ II. binyılm başlarında Hurriler, güney Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'ya dalgalar halinde yayıldılar. Daha sonra, MÖ 1500-1400 yılları arasında kalan «Karanlık Çağda», Kilikya, Toros ve Anti-Toros (MÖ II. bin metinlerindeki Kizzuwatna) bölgelerine süzülmüş oldukları kabul edilmektedir. MÖ II. binyılm ortalarından önce, bir İndo-Aryan toplum, Hurri topraklarını etkilemeye başladı. Eski Yakın Doğu metinlerinde bu topluma ait bazı özel isimlere ve kelimelere rastlanmıştır. Bu kelimeler arasında özellikle at yetiştirmekle ilgili bazı teknik terimler bulunmuştur. Bunların, daha sonra atların eğitimiyle yakından ilgilenen Hititler! etkilemiş olması mümkündür. Sümerce, Akadça, Hatti dili, Palaca ve Luwice' den sonra İndo-Aryan özellikleri içeren bu iki dil, Hitit arşivlerinin 6. ve 7. dillerini meydana getirmektedir.

Hurca metinler, Urki (MÖ c. 2300, Mardin bölgesi), Mari (MÖ 18. yy., Orta Fırat bölgesi), Amama (MÖ c. 1400, Mısır), Boğazköy (Hitit İmparatorluk dönemi), ve Ugarit (MÖ 14. yy., Kuzey Suriye kıyısı) gibi değişik kentlerde bulunmuştur. Amarna'da Firavun III. Amenhotep'e gönderilen çok önemli politik bir mektup Hurca olarak ele geçmiştir. Mari'de çok az sayıda dini metinler, Boğazköy'de edebi ve dini metinler ve Ugarit'te de «bilimsel literatür» niteliğinde belgeler ve Ugarit alfabesinde yazılmış olan Hurri dini metinlerine ait kelimeler bulunmuştur. Birçok merkezden, Boğazköy, Alalah, Ugarit ve özellikle Nuzi'den, gelen metinlerde bulunmuş olan Hurri özel isimleri, dilbilimsel açıdan büyük önem arzeden ikinci bir kaynak teşkil etmektedirler. Son yıllarda Boğazköy'de bulunmuş Hititçe-Hurrice çiftdilli tabletlerin, bu dilin daha iyi anlaşılmasına büyük katkılar sağlayacağı sanılmaktadır.

Hurri dili üzerinde yapılan araştırmalar, birkaç bilim adamının eş zamanlı yazılarıyla 1890'larda başlamıştır. Sonradan Bedrich Hrozny (1920) ve Emil O. Forrer (1919 ve 1922), Boğazköy arşivinde Hurca belgelerin bulunduğunu keşfettiler.

Urartu Dili: Araştırmaların daha ilk safhalarında «Haldi» ve «Vannik dili» terimleri, Urartu dilini belirlemek amacıyla kullanılıyordu. Urartu dili, Hur-ca'nm geç bir dönemde kullanılan bir dialekti değildir. Onunla ortak bir atadan gelmesine rağmen, ondan ta*mamen ayrı bir dildir. MÖ 9. yy'dan 6. yy'a kadar geçen zamanda Urartu dili, Van Gölü civarına üstlenmiş, fakat aynı zamanda Modern Rusya'da Traııskafkasya'ya, Kuzey İran'a ve zamanında Suriye'nin kuzey bölgelerine kadar da uzanmış olan Urartu devletinin resmi dili olarak Güneydoğu Anadolu'da kullanılmıştır. Urartu metinleri, Yeni Asur yazısının bir variyantında yazılmışlardır ve daha çok anıtsal yazıtlardan (imar ve sulama faaliyetleriyle ilgili annaller ve adaklardan), tapınakta adanmış olan miğfer, kalkan ve bazı tunç eşyaların üzerindeki küçük yazıtlardan ve birkaç çiviyazılı ekonomik nitelikteki tabletlerden meydana gelmektedir. Urartu dili ve Asurca'da yazılmış olan çiftdilli Kelisin, Topzava ve Kevenli yazıtları, dilin anlaşılmasını sağlayacak çok önemli veriler oluşturmaktadırlar. Gene aynı dönemin Asurca metinlerine olan stilistik benzerlikler de, dolaylı yoldan bilgiler sağlamaktadırlar.

1880 ve 1890 yılları arasında Urartu dili ile ilgili ilk araştırmaları yapan bilim adamı, Archibald H. Sayce idi ve 1932 yılma kadar da çalışmalarını bu alanda sürdürdü. Alman tarihçi Cari F. Lehmann-Haupt'un 1892 ve 1935 yılları arasında ortaya koymuş olduğu filolojik yardımlar büyük önem taşımaktadır. Urartu dili grameri üzerinde yapılan ilk güvenilir çalışma, 1933'de Alman Orientalist Johannes Friedrich tarafından gerçekleştirilmiştir. En son gramer eskisi ise, Rus bilgini Melikişvili'ye aittir.

Çiviyazılı Urartu metinlerine ek olarak, henüz çözümlenmemiş ve hakkında ciddi bir teşebbüsü yansıtacak çalışmalar yapılmamış olan bir yerel hieroglif yazısı da vardır.

F r i g Dili:Frig yazıtları ve graffitileri iki kısma ayrılabilir :

1) — MÖ c. 730 ilâ 450 yılları arasında tarihlenen tipik Frig alfabesinde yazılmış Eski Frig Metinleri.

2) — MS 1. ve 2. yy'lara tarihlenen Grek alfabesinde yazılmış epigramlar niteliğindeki Yeni Frig Yazıtları.

Eski Frig metinleri, bir Orta ve bir de Doğu olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Orta grup metinleri, Midas kenti ve civarında bulunmuştur. Doğu grubu metinleri ise, Friglerin doğuya doğru yayılmış oldukları en uzak alanlarda, örneğin Hattuşa'da, Alacahöyük ve civarında, Tyana'da ele geçen yazıtlarla birlikte Gordion'da bulunmuştur. Yakın zamanlarda elde edilmiş olan bulgular arasında tarihleme yapabilmek açısından çok önemli bir kaynak teşkil eden bir Frig yazıtı da, Bithinia'da Germanos bugünkü Soğuk Çam kasabasının yakınındaki bir kayanın üzerinde bulunmuştur. Friglerin ilk zamanlarına tarihlenmiştir. Eski Frig metinlerinin toplam miktarı 80 civarında bulunmaktadır. Bunların 50'sinden daha fazlası Gordion'da bulunmuştur. Ayrıca, kullanılabilen malzemeler arasında da, yarıdan daha azını oluşturmaktadırlar. Frig dilinin Hint-Avrupa özellikleri konusunda kesin bir görüş birliği bulunmaktadır. Frig dili, Hint-Avrupa dil grupları arasında daha çok Grekçe ile alâkalı olarak kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra, bazı bilim adamları, Frig dilinin Anadolu ve Balto-Slav dilleriyle ilişkileri olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır.



Amerikalı arkeolog Rodney S. Young, Gordion'da bu*lunmuş olan yeni veriler ışığında yapmış olduğu çalışmada, Eski Frig alfabesinin Kilikya ve Kuzey Suriye kıyılarında kullanılmış olan bir prototipe bağımlı olabileceğini öne sürmüştür. Buna karşılık, Frig alfabesinin Grek al*fabesinden türemiş olduğunu öne süren eski görüşlerin elimine edilmesine gerek yoktur. Tarihi olarak, Frig alfa*besinin bir prototipten türemiş olması hiçbir problem doğurmamaktadır, çünkü MÖ 8. yy.'ın ikinci süresince bu topraklarda Grek yerleşim yerlerinin varlığı, arkeolojik bulgularla olduğu kadar, Geç Grek tarihi kaynakları ve Asur annalleri tarafından da fazlasıyla tasdik edilmiştir. Bunun yanı sıra, Fransız dilbilimci Michel Lejeune tarafından ortaya konan Frig alfabesiyle ilgili bazı deliller, bu alfabenin Grek alfabesinden türemiş olduğunu öne süren araştırmacılar için gene delil teşkil etmektedir.



L y d c e : Gömüt, adak ve çok sayıda graffitiden meydana gelen Lydce metin ve yazıtlar, yaklaşık 70 civarındadır. Ayrıca 50 kadarı da Amerikalı araştırmacılar tarafından Lydya'nın başkenti Sardes'te bulunmuştur. İki küçük çiftdilli, Grekçe-Lydce ve Aramca-Lydce olarak yazılmış olan metinler, araştırmalar için büyük yararlar sağlamışlardır. Elimizdeki Lydce metinlerin yaklaşık on kadarı, MÖ 7. ve 6 yy'lara kadar tarihlenebilmekte, fakat pek çoğu, MÖ 4. yy'dan gelmektedir. Lydya alfabesi, bir Doğu Grek alfabesinden türemiştir. Grek alfabesindeki fazla sesler, örneğin «ks, ps ve ds» gibi, özel Lydce sesler için kullanılmıştır. Ayrıca, ek işaretlerin bazıları da, ya Anadolu alfabesinden alınmış ya da serbest bir şekilde yaratıltılmıştır.



Lydce ile ilgili araştırmalar, Pierro Meriggi (1935-36), Sommer (1947), ve Kammenhuber (1956) gibi araştırmacılar tarafından yürütülmüştür. Bu çalışmaların sonucunda, Lydce'nin Hint-Avrupa özelliklerine sahip olduğu ve Hititçe ile akraba olduğu ortaya çıkmıştır. Lydce yazıtlarda rastlanan kelimelerin bir bölümü hâlâ belirsiz bir niteliktedir. Elbette bu, Lydce'nin Hint-Avrupa kökeninden olmadığı anlamına gelmez. Bu belirsiz kelimelerin, belki de, Hatti, Hurri ve Kafkas kökeninden olması olasılığı da söz konusudur. Fakat çözülebilen kelimeler üzerinde elde edilebilen bilgilere göre, Lydce, Anadolu dillerinin bir üyesidir. Lydce'de de, Anadolu dillerindeki genel durum olarak, ayrıca bir dişil cinse rastlanmamıştır. Lydce, Anadolu dilleri arasında dördüncü üye olarak yer almaktadır.



K a r y a Dili: Elimizde bulunan Karca ya*zıtlar, yaklaşık yüz kadardır. Bunların büyük bir bölümü, yaklaşık 85 kadarı, Mısır'da bulunmuş graffitilerden oluşmaktadır. Bunlar, MÖ 664-525 yılları arasında yer alan Saiti dönemi Mısır Firavunlarının hizmetinde bulunan Karya'lı tüccarlar tarafından orada bırakılmışlardır. Kısa ve küçüktürler. Yakın yıllarda, Karca kil tabletler de bulunmuştur. Ayrıca, 16 kadar yazıt, Karya topraklarında bulunmuştur. Bunlar, diğerlerine nazaran çok daha uzun oldukları için önem taşımaktadırlar. Atina'da da Grekçe-Karca küçük bir çift-dilli yazıt bulunmuştur. 20. yy'ın ortalarında, bazı bilim adamları, Karya dilinin önceleri tamamen alfabetik bir yazı niteliğinde olduğunu ve daha sonra da bu dilin tek tek harfler ile hece işaretlerinin karışımından meydana gelen bir sistem olduğu sonucuna varmışlardır. Karya dilinin Hint-Avrupa dilleri arasında Anadolu dilleri grubunda sınıflandırılabileceği görüşü uygun, fakat henüz kanıtlanmamıştır.



L y k y a Dili: Şimdiye kadar bulunmuş olan Lykçe yazıtlar, yaklaşık 150 kadardır. Bunlar, birkaç İstisnayla, sepulkral niteliktedir. Yerel bir Lykçe alfabede yazılmışlardır. Lydce'de olduğu gibi bir Doğu Grek prototipinden değil, Batı Grek prototipinden kaynaklanmıştır. Lykya sikke yazıtları, MÖ 500 ve yaklaşık olarak 360 yılları arasında bir döneme tarihlenirse de, Lykya anıtsal yazı geleneğinin daha uzun dönemlerden itibaren MÖ 3. yy'a kadar sürmüş olabileceği düşünülmektedir. Lykçe araştırmaların ilk safhalarında etimolojik bir yönetici araştırılmıştır. 1945 yılında Holger Pedersen, Hititçe ile Lykçe arasında ilişkiler olduğunu gösteren bir çalışma yayımlamış ve Lykçe'nin Hint-Avrupa kökenli Anadolu dillerinin bir üyesi olduğunu belirtmiştir. Bu görüşe karşılık olarak, ingiliz bilim adamı Franz J. Trisch (1950) ve daha sonra Fransız bilim adamı Laroche, Lykçe' nin bilhassa Luwi dili ile karşılaştırılması gerektiğini öne sürmüşlerdir.



Side Dili: Tarihi ayrıntılar, Grek tarihçi Arlan' tarafından korunmuştur. Side dili hakındaki bilgilerimiz, MÖ 5. ve 3. yy'lara tarihlenen Side sikkeleri üzerindeki yazılardan ve MÖ 2. ve 3. yy'lara tarihlenen ikisi çiftdilli beş yazıttan gelmektedir. Side dili özel ve yerel bir niteliğe sahiptir. Grekçe bir prototipten ziyade, semitik bir yazı sisteminden türetilmiştir. Grek etkisi, çiftdilli yazıtlarda da ortaya çıktığı gibi, hemen hemen hiç yoktur. Side dili hakkında ilk güvenilir çalışma, Helmut Th. Bossert tarafından 1950'de gerçekleştirilmiştir. Side dilinde bulunan bir grup işaretin değeri henüz kararlaştırılmamıştır. Bunun yanı sıra, araştırmalar, metinlerin verimli bir analiziyle dilin sınıflamasını yapabilecek bir aşamaya ulaşamamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder